‘Zihnimizi Bilgisayara Aktarmak’ Bir Gün Mümkün Olacak mı?
Zihin aktarımı, bilim kurguya dair izlediğimiz, okuduğumuz tüm hikayelerde karşımıza çıkan heyecan verici bir kavram. Peki zihin aktarımı gerçekten mümkün mü, bilimsel bir dayanağı var mı? Yoksa yalnızca bir kurgudan mı ibaret? Gelin birlikte göz atalım.
Bir bilgisayara insan zihnini aktarma düşüncesi, insanların uzunca zamandır hayal ettiği bir süreç. Kimileri için yalnızca bir bilim kurgu öğesi olsa da teknoloji ve bilim çağına doğan ve bu çağın güncel bilgileriyle büyüyenler için bu ilgi çekici konu başlığı, ‘bir gün onu da yaparız‘ dediğimiz bir şeye dönüşmüş durumda. Peki acaba gerçekten yapabilecek miyiz? Zihni bilgisayara aktarma, bilimsel bir konu başlığı mı, yoksa hayal gücümüzün kusursuz ve heyecan verici bir kurgusundan mı ibaret?
Bilim mi, kurgu mu? sorusunu sorarak farklı konuları inceleyeceğimiz yeni serimizin ilk başlığı olarak sizler için bu konuyu seçtik. Gelin, bu soruya birlikte yanıt arayalım. Öncelikle sorumuz için verilecek cevabımıza hızlı bir giriş yapalım; zihin aktarımı hakkında artık yalnızca kurgusal hikayelerde değil, laboratuvarlarda, üniversite amfilerinde, bilimin ve teknolojinin üretildiği her yerde onlarca şey yazılıp çiziliyor. Teorik olarak ne kadar mümkün olup olmadığı, pratiğe nasıl geçirileceği bilim çevrelerince sık sık tartışılıyor. Yani aslında artık bu konu bizim için bir ‘bilim’.
Fakat ne yazık ki bilim insanlarının bu konuda araştırmalar yapmaya başlamış olması ve karşımıza çeşitli teorilerin çıkması, bu kavramı hayata geçirilmesi kesin hale getirmiyor. Peki bu konuda neler oluyor, bilim neler söylüyor? Zihnimizi bir bilgisayara aktarıp evrimin bambaşka bir noktasına varmamıza ne kadar var? Adım adım inceleyelim.
Kısa bir tanım: Zihin aktarımı nedir?
Zihin aktarımının ne olduğunu aslında pek çoğumuz izlediğimiz filmlerden, okuduğumuz kitaplardan biliyoruz. Zihnin farklı ve şimdilik her biri teorik olan yöntemlerle bulunduğu beyinden farklı bir ortama aktarılması. Bu noktaya kadar tanımlama kısmında herhangi bir sorun ile karşılaşmıyoruz. Fakat size ‘zihin nedir?‘ diye sorulduğunda, yanıt vermek için ‘zihin aktarımı nedir?’ sorusu karşısında düşündüğünüzden daha fazla düşünmeniz gerekebilir.
Çünkü zihin, biyolojik, felsefi ve psikolojik olarak farklı anlamlar ifade eden, üzerine hala pek çok tartışmanın bulunduğu zorlayıcı bir kavram. Zaten aslında zihin aktarımı konusuna dair zorlukların pek çoğu da temelde zihni tanımlama şeklimize dayanıyor.
Fakat biz yine de, en genel haliyle zihni de tanımlamak için sözlük anlamına göz atalım; insanda anlayış, kavrayış, algılama yetisi; yaşantıları, öğrenilenleri, bunların geçmişle olan bağlantılarını bilinçli olarak kafada saklama gücü, bellek. Yani kısaca zihin, bilinç ve zekanın bir bütünü; bize anlamayı, öğrenmeyi, bilmeyi sağlayan şey.
Zihni bir bilgisayara aktarmak şu anki imkanlarla neden mümkün değil?
Zihni bir bilgisayara aktarmanın teorik olarak farklı yolları var. Ancak bunlardan hiçbiri henüz hayata geçirilmeye yaklaşmadı bile. Çünkü zihni aktarabilmenin yolu biliyoruz ki, ya da bildiğimizi sanıyoruz ki, beyinden geçiyor ve beyin o kadar kompleks bir yapı ki henüz onu çok da yakından tanımıyoruz bile.
Yine de bilim insanları bu konuda bazı teorik yöntemler hakkında araştırmalar yürütüyorlar. Örneğin ‘beyni tamamen çözdüğümüz‘, her detayıyla tarayarak bize haritasını sunacak tarama cihazları geliştirdiğimiz bir gelecekte, zihin aktarımı mümkün olabilir. Böyle bir senaryoda tek yapmamız gereken beyni tarayıp bir kopyasını çıkararak dijital bir ortama aktarmak olacaktır. Ancak tabii ki şu an beynin her bir detayını bilmekten oldukça uzağız.
Bir diğer teori ise beynin bilgisayar yazılımlarına bağlanabildiğini, dolayısıyla hesaplanabilir bir yapısı olduğunu ve zihin de dahil beynin her bir kıvrımının, her bir işlevinin kodlanabileceğini düşünüyor.
Aslında bu noktada büyük bir doğruluk payı var çünkü beynin bilgisayarlara bağlanabildiği pek çok çalışma gerçekleştiriliyor ve artık özellikle Neurolink’in geçtiğimiz yıl gerçekleştirdiği çalışmalar sayesinde bunu yapabildiğimizi biliyoruz. Ancak bu teoriyi neredeyse imkansız hale getiren önemli bir detay var; beynimiz teoride ne kadar hesaplanabilir, kodlarla yazılabilir olursa olsun, bir beynin tüm işlevlerini kodlara dökebilmek ya da tespit edilen her detayın haritasını çıkarmak, neredeyse imkansız.
Çünkü bu kompleks yapının her bir hücresini atomlarına kadar incelemek, anlamak, süreçteki görevlerini çözmek ve yazmak, hayal bile edemeyeceğimiz, hiçbir yerde depolayamacağımız kadar büyük bir veri demek ve bu da tahmin edersiniz ki şu anki gerçekliğimizden hayli uzak.
Beyni laboratuvarda fiziksel olarak inceleyip zihnin kaynağına gidemez miyiz?
Beyni bıçak altında elektron mikroskobu ile inceleyerek zihnin tam olarak nerede olduğunu tespit etmek ve sonrasında da yalnızca o kısmı kopyalamaya çalışmak da bir seçenek olabilir. Ancak bu da yalnızca bir teori.
Bu konuda fare beyni üzerinde gerçekleştirilen bir araştırmada bilim insanları, fare beyninin yalnızca bir kum tanesi büyüklüğünde bir parçasını inceleme ve haritasını çıkarmaya çalışma gibi bir işe kalkıştılar. Bu kum tanesi kadar beyin parçasında 100 binden fazla nöron bulunuyordu ve toplamda 4 km uzunluğunda sinir lifi mevcuttu.
Haliyle bu kum tanesi büyüklüğünde parça, daha rahat incelenebilmek için 25 bin dilime bölündü. İnanılır gibi değil ama tam 5 ay boyunca elektron mikroskopları tarafından incelenen bu parçalardan 100 milyondan fazla görüntü elde edildi ve görüntülerin 3 boyutlu modelini oluşturmak toplamda 3 ay sürdü. Bu tamamlanmış verilerin toplam boyutunun ise 2 milyon GB’lik bir alan kapladığı belirtildi.
Şimdi tekrar söyleyelim, bahsettiğimiz bir fare beyninin kum tanesi kadar bir parçası. Onu haritalandırıp anlamaya çalışmak bile bu kadar zorlayıcıyken, haliyle insan beynini bu şekilde incelemek trilyonlarca kat daha zor olacak ve üstelik elde edeceğimiz veriyi depolayabilecek yerimiz var mı onu bile bilmiyoruz.
Yani umudumuzu kesmeli miyiz?
Hayır! Cevabımız çok net, tabii ki hayır. Bilim ve teknoloji birikerek çoğalan, her an bir önceki an imkansız gibi görünen bir şeyin artık mümkün kılınabildiği mucizevi yetkinliklerimiz. Burada bahsettiğimiz her şey, şimdiki bilgimiz dahilinde ‘nasıl yaparız?’ sorusuna verdiğimiz cevaplardan ibaret. Fakat yarın, çığır açan bir keşif ile bunların hiçbirine gerek kalmadan da zihni aktarabileceğimizi keşfedebiliriz.
Ya da öyle teknolojiler geliştiririz ki, gerçekten de saniyeler içinde beynin her bir detayını tarayıp haritalandırabilir, tek tuşa basarak bir anda zihnimizi dijital bir ortama aktarıp ölümsüz oluruz. Şu an için yalnızca bunların yakın gelecekte gerçekleşebileceğine dair elimizde yeterli kanıt, bilgi ya da teknoloji yok. Fakat ‘insan zihni aktarılamaz‘ dememek için, bolca bilgiye ve geniş bir vizyona sahibiz.
Konuya noktayı bu soruyla koyalım; zihin aktarımı aynı zamanda ölümsüz olmak demek, insan buna hazır mı, bunu ister mi?
Vücutlarımız, beyin de dahil olmak üzere her bir organıyla, dokusuyla, hücresiyle, ölümlü. Yaşlandıkça içinde yaşadığımız bu makine yavaş yavaş ölüyor ve hep bunu bilerek buna göre yaşamaya alıştık. Ölümsüzlük düşüncesi ise başlangıçta kulağa güzel gelse de aslında bundan çok daha fazlası çünkü yalnızca biyolojik canlılar değiliz. Göz ardı edemeyeceğimiz ve oldukça karmaşık bir psikolojimiz var.
Ölümsüzlük ise şimdiye kadar yalnızca bir fantezi olarak kaldı ve aslında belki de şimdi size ölümsüz olduğunuzu uzun uzun hayal edin dense, bir süre sonra ölümsüz olmayı tam olarak idrak edemediğinizi ve aslında biraz da bu düşünceden bunaldığınızı fark edebilirsiniz.
Bu yüzden bilimin, teknolojinin ve direkt beynin kendisinin karşımıza çıkardığı zorlukların yanında, bu da aslında zihin aktarımı konusunda aşmamız gereken bir sınav olacak gibi görünüyor. Ben durup düşündüğümde, zihnimin dijital bir ortamda bildiğimden bambaşka bir hayatı yaşadığı düşüncesiyle çok da kolay barışamıyorum.
Ama tabii ki, hayatımıza dahil olan her bir yeni gerçeklik bizi zaten sürekli bambaşka biri yapıyor ve zihin aktarımı da uzunca süre daha devam edecek çalışmaların bir meyvesi olarak gerçekleşebilecek. İnsanlık da muhtemelen bu süreçte aşama aşama bu düşünceyi kabullenecek. Tıpkı, bundan 50 yıl önce uzayda canlı yaşamından bahsetmek adeta bir ‘deli saçması’ gibi görülürken günümüzde sadece ne zaman tanışacağımızı merak ettiğimiz bir gerçekliğe dönüşmüş olması gibi. Üstelik 50 yıl, çok da uzun bir süre değil.
Alıntı
https://www.webtekno.com/Nagehan Çavuş