YENİDEN / Hikaye

YAZAR: MELİH EMEÇ

-Nasıl bu kadar emin konuşuyorsun?

-Gözlerimle gördüm, ben yaşadım, oğlum daha ne olsun?

-İnanmıyorum sana.

-Valla sen bilirsin. Bundan sonra bir ömür boyu böyle kolsuz gezersin.

Genç adam sol kolunun olduğu yerdeki boşluğa baktı. Geçirdiği iş kazası sonucunda sol kolu dirsek üstünden kopmuştu. Pres makinesi kolunu ezdiği için parçalanan kolu yerine dikememişlerdi. Genç yaşında kolsuz kalmıştı. Hastaneden yeni taburcu olmuştu. Kolunun kökündeki yara iyileşince protez yapacaklardı. Şimdi olmayan kolunun yerinde derin bir sızı ile yaşamaya çalışıyor, her gün avuç dolusu ilaç yutuyordu. Olmayan kolu nasıl sızlıyor bir türlü anlayamıyordu. Arkadaşına baktı. Onun iyi niyetli olduğunu ve sadece sağlığına kavuşmasını istediğini biliyordu ama söyledikleri hiç inandırıcı gelmiyordu. Arkadaşı kafasından geçenleri anlamış gibi konuştu.

-Ne kaybedersin Tarık? Zaten kolunu kaybettin. Daha fazla ne olur?

-Ölürüm daha ne olsun.

-Yok daha neler? Neden ölecekmişsin? Bana hiç mi güvenin yok?

-Ya elbet sana güveniyorum ama sonuçta sağlık bu, oyuncak gibi oynanır mı?

-Sen rahat ol, bana güven. Göreceksin bak eski sağlığına kavuşacaksın. Ama zaman kaybediyorsun bak haberin olsun.

-Tamam len. Yarın gidelim.

-Vallaha mı? Bak sonra ben caydım demek falan yok.

-Tamam, ne olacaksa olsun. Ben böyle kolsuz yaşayamam hem.

-Tamam sabah saat 08.00’de burada buluşalım. Ben fabrikadan çıkınca eve gitmem,buraya gelirim, doğrudan gideriz.

-Anlaştık.

İki arkadaş ayrıldılar. Tarık kendi yoluna, arkadaşı Mestan ise işine gitti. Tarık kolunun olmamasına alışamıyordu. Fabrikada çalışan basit bir işçiydi. Bundan sonra hayatına nasıl devam edecekti bilemiyordu. Askerden daha yeni gelmişti. Evlenmek bir yuva kurmak istiyordu. Bütün bunların hepsi yalan olmuştu. Olmayan kolunun sızısından yerinde duramıyordu. Ağrı kesici ilaçlarından iki tanesini attı ağzına, susuz yuttu. Eve gidip yatacaktı. Mestan onun kader ortağı gibiydi. Aynı evde kalıyorlar, aynı fabrikada çalışıyorlardı. Ta ki bu kaza olup da kolu kopana kadar. Bakalım neler olacak zaman ne gösterecekti. Geçirdiği kazayı köydeki anasına bile söylememişti. Yaşlı kadın üzüntüsünden oracıkta ölüverirdi. Evine geldi. Tek kol ile kapı açmak, kapatmak ne kadar zordu. Oflayarak kendini kanepeye attı. Uzunca bir süre uyudu. Ağrı kesici ilaçların etkisi geçince uyandı. Karnının acıktığını fark etti. Hava kararmış gece olmuştu. Tek kolu ile kendine yumurta kırmaya çalıştı. Yumurtaların yarısı içeri yarısı dışarı dökülmüştü. Sövdü. Ne yapsa rahatlayamıyordu. O artık kolsuz bir adamdı. Yattı.

 Sabah daha güneş doğmadan uyandı. Farkında olmadan olmayan kol tarafına yatmış, yarayı ezmişti. Yaradan bol miktarda cerahat akmış sargı bezini batırmıştı. Sağlam kolu ile sargı bezini değiştirdi. Yarada mide bulandıran bir koku vardı. Aldırış etmedi. Mestan ile buluşmak üzere sözleştiği üzere durağa gitti. Mestan erkenden gelmiş onu bekliyordu. Mestan’ın gözlerinden uyku akıyordu.

-Değişime hazır mısın arkadaşım?

Tarık gülümsedi. Evet anlamında başını salladı. Belediye otobüsüne bindiler en arka koltuğa geçip oturdular. Tarık’ın içinde tarifsiz hisler uyanmıştı. Acaba Mestan’ın dediği gibi kolu yeniden olur muydu? Otobüs şehrin dar sokaklarından kıvrıla kıvrıla gitti. Şehrin dış çeperlerini de geçince son durakta durdu. Otobüste şoför ve ikisinden başka kimse kalmamıştı. Otobüs tıslayarak park edecekken indiler.  Mestan eliyle ilerdeki yüksek güvenlikli gri binayı gösterdi.

-İşte orası.

-Kim var orada?

-Benim ağabeyimin arkadaşı çalışıyor orada. Senden bahsetmiştim. Gelsin dediler, bakarız dediler. Hallederiz dediler.

-Oğlum nasıl halledecekler ki?

-Ben ne bileyim ya şimdi içerde kendin sorarsın.

Hem konuşuyor hem de yürüyorlardı. Güvenlik kulübesinin önüne gelince Mestan bir adım öne çıktı.

-Fırat bey ile görüşecektim ben. Haberi var.

Güvenlik bekleyin anlamında bir işaret yaptı. Beş dakika sonra yakalarına takılmış birer ziyaretçi kartı ile güvenlikçi eşliğinde o gri binadan içeri girdiler. Tarık heyecan içindeydi. Burası hastaneye hatta laboratuara çok benziyordu.  Beyaz elbiseler giymiş adamlar bir o yana bir bu yana gidip duruyorlardı. Onları bekleme odasına aldılar. Kısa bir süre sonra da beklenen ev sahibi geldi. Güler yüzlü otuz- otuz beş yaşlarında uzun boylu bir insancağızdı. Mestan’a hızlandı.

-Mestan hoş geldin, nasılsın?

-Sağol ağabey iyiyim. Sen nasılsın?

-Ben de iyiyim. Görüşmeyeli ne kadar oldu yahu? Hayırsız ağabeyin nasıl? İyi mi?

-Almanya’da çalışıyor işte bildiğin gibi.

-En iyisini yaptı boş ver. Seni aldırmayacak mı?

-Yok be ağabey, o orada ancak kendine bakıyor. Bir de benimle mi uğraşsın? Hem ben burada iyiyim. Neyse beni boş ver istersen. Bak sana kimi getirdim.

-Geçmiş olsun arkadaşım. Ben Fırat.

-Sağolun ben Tarık.

-Nasıl oldu bu?

-Pres makinesine kaptırdım kolumu, ezildi. İşte dirsekten aşağısı ezildi gitti. Kestiler kolumu.

-Ne kadar oldu bu olay?

-Üç hafta.

-Tam zamanında gelmişsin. Geç gelsen müdahale edemeyebilirdik.

-Nasıl yani ne yapabilirsiniz ki?

-Kolunu yeniden yapabiliriz.

Tarık heyecanlanmıştı.

-Nasıl yani aynısını mı?

-Evet aynısını.

-Çok heyecanlandım, nasıl olacak bu?

Fırat döndü. Mestan’a baktı.

-Mestan aferin, arkadaşına bir şey anlatmamışsın. Uzat bakayım elini.

Mestan sağ elini uzattı. Fırat, Mestan’ın elini avuçlarının içine aldı. Orta parmağını tuttu.

-Bak bu parmağı görüyor musun?

Tarık Mestan’ın parmağına bakıyordu.

-Nasıl olmuştu Mestan?

-Genç bir delikanlıyken parmağımdaki yüzük yürüyen merdivene takılmıştı.

Tarık şaşırmıştı.

-Hiç haberim yoktu. Neden bahsetmedin hiç?

Mestan omuzlarını silkti.

-Önemsiz geldi de ondan.

-Sonra ne olmuştu?

-Parmağım koptu. Merdiven parmağımı ezdi, öğüttü. Parmak gitti senin anlayacağın.

-Vay arkadaş.

-İşte Fırat ağabey ve arkadaşları bir şekilde müdahale ettiler. Parmağım yerine geldi.

Tarık boş gözlerle bakıyordu.

-Ya ağabey Allah’ınızı seviyorsanız bana şu işi baştan anlatsanız.

Fırat gülümseyerek Tarık’ın gözlerinin içine baktı.

-Sen söyle bakalım, kolunu geri istiyor musun, istemiyor musun?

Tarık çocuksu bir coşku içinde haykırdı.

-Elbet istiyorum, çok istiyorum.

Fırat, Mestan’a döndü.

-Kardeşim sen gidebilirsin o zaman. Arkadaşın bize emanet.

-Nasıl yani burada mı kalacağım?

Fırat başını salladı.

-Bir süre burada bizim misafirimiz olacaksın. Tabi istersen?

-İstiyorum, çok istiyorum.

Tarık Mestan’ın boynuna sarıldı.

-Sağolasın birader. Arada beni yoklarsın değil mi? Kim bilir ne kadar burada kalacağım?

-Sen merak etme. Fırat ağabey candır. Ben gidiyorum. Şimdiden gözün aydın olsun, geçmiş olsun.

   Fırat önde Tarık arkada, uzun koridorları kat ettiler.  Asansörlere binip o koridordan bu koridorlara gezip durdular. Tarık yön duygusunu kaybetmişti. Sonunda bir odaya geldiler. Fırat eliyle onun yatağa oturmasını istedi. Paravanın arkasındaki önlüğü verdi.

-Giy bakalım bunları. Soyunabilir misin? Yardım edeyim mi?

Tarık “yaparım” anlamında başını salladı. Anadan üryan kalmıştı. Mavi önlüğü üstüne giymişti. Kolundan yarısı açılmış cerahate bulaşmış sargı bezi sarkıyordu. Fırat bir yandan sargı bezini söküyor bir yandan da Tarık’a yapılacak işlemleri anlatıyordu.

-Bak şimdi aslında yapılacak işlem çok basit. Senin bu kolundaki kesik yarasını yeniden açacağız. Sonra her gün özel bir karışım olan bu tozu koluna dökeceğiz. Beynini, kök hücreleri maniple edeceğiz ve kolun yeniden oluşacak.

-Nasıl yani?

-Su semenderlerini bilir misin?

-Hayır.

-Kertenkeleye benzeyen suda yaşayan bir canlı. Bu hayvanın kolunu kessen yeniden kol çıkarır. Ayağını kessen yeniden ayak çıkarır. İşte bu gördüğün koca binada bu hayvanın bunu nasıl yaptığını araştırıyoruz. İnsan oğlu bundan nasıl istifade eder buna bakıyoruz.

-Buldunuz mu?

-Evet, ama bu sonuçta devrim niteliğinde bir buluş olduğu için çok miktarda deney yapmamız gerek.

-Ben de bir çeşit denek mi olacağım?

-Öyle de sayılabilir. Ama senden önce o kadar çok insanın kolunu bacağını onardık ki denek olma safhasını ha geçtik ha geçmek üzereyiz.

-Korktum da biraz.

-Korkma. İstersen müdahale etmeyiz. Sen bilirsin.

-Yok, yapın Fırat ağabey. Ne gerekiyorsa yapın. Bu tozda ne var?

-Bu toz şu bahsettiğim su semenderi var ya.

-Evet ağabey.

-İşte onun mesanesi ve koyun mesanesinin karışımı. Biraz da donör insanlardan alınan kök hücreler.

-Yani benden mi?

-Evet, senden de kök hücre alacağız.

-Ameliyat mı olacağım?

-Hayır, onu da nereden çıkarttın? Dişlerinden alacağız kök hücreleri. Sen rahat ol.

-Ne kadar kalacağım burada?

-Duruma bağlı, ama tahminim en az üç ay. Dur bakalım şimdi şu koluna. Biraz iltihap var gibi görünüyor. Yaraya pek dikkat etmemişsin.

-Ne yapacağız şimdi?

-Yaranı temizleyeceğiz. Bazı yerler kabuk bağlamaya başlamış, onları açıp taze yara haline getireceğiz. Yeni kesilmiş gibi.

-Ya sonra?

-Korkma korkma. Bu toz ile yarayı besleyeceğiz. Kolun adım adım yerine gelecek. O kadar çok insanın kolunu bacağını yerine getirdik ki sana sayamam. Sen şimdi yat bakalım buraya dinlen, birazdan arkadaşlar gelip kaydını yapacaklar. Operasyona başlayacağız. Anlaştık mı?

Tarık, içinde biraz endişe, bolca mutluluk ve bir miktarda da heyecan ile yatağa uzanmış etrafı seyrediyordu. Baş ucundaki insanlar kolundaki yara ile oynamaya başlayınca canı yandı. Ardından derin bir uykuya daldı. Uyandığında kolunun askıda olduğunu ve beyaz bir toza belendiğini fark etmişti. İğrenç bir koku odayı kaplamıştı. Odada yalnızdı. Kolundan çıktığı her halinden belli olan koku midesini bulandırıyordu. Öğürürken yeniden bayıldı.

Üç ay sonra

Dirsekten çıkmış olan minik kolu ve eli ile pek bir neşeli görünüyordu. Diğer koluna oranla mini minnacık olan elini eğitmek için sürekli egzersiz yapıyordu. Yeni doğmuş bebek filin hortumu gibi kolunu oradan oraya sallayıp duruyor pek hakim olamıyordu. Toz işe yaramış yaranın altından önce tomurcuk gibi bir çıkıntı belirmiş ardından da kol ve el çıkıvermişti. Her gün büyüyor normal haline dönüşüyordu. Elini yeniden eğitmek zorunda kalmıştı. Hiçbir şeyi tutamıyordu. Tırnakları bile çıkmıştı. Hatta parmak izi bile aynıydı. Buranın ise devlet destekli özel bir araştırma merkezi olduğunu nice zaman sonra öğrenmişti. Bazı gönüllü deneklerin farkında olmadan imzaladıkları, yaşamsal sorunlara da yol açabilme ihtimali bulunan deneylerin kendi üzerlerinde denendiklerinden habersizdiler. Ama sağlıklarına kavuşuyorlardı işte. Ona kolunu bahşetmişlerdi. Daha ne olsun.


Sende Transhümanizm hakkında yazmak ister misin?

O halde aşağıdaki Bize Katıl linkine tıkla!